25 Şubat 2016 Perşembe

Hayatımın En Büyük Şoku

Hayatımın en büyük şokunu aslında annemin annem olmadığını farkettiğimde yaşadım. Bunu fark etmem için 22 yaşıma gelmem gerekti sanırım. Feminist düşüncelerim var sanırdım, kadınların özgür olması gerektiğini savunur, beylik laflar ederdim. Aslında tüm o laflarımın altının boş olduğunun annemin annem olmadığını anladığım zaman idrak edebildim.
Ev işlerinin onun görevi olduğunu düşünüyordum. Sabahtan akşama kadar napıyor sanki etrafı toplasın diyordum. Benden bir yardım istediği zaman vaktinde eve gelip halletseydin işlerini diye ona çıkışıyordum. Sanki onun kendine ait bir hayatı yokmuş gibi, tek işinin ev ve ailesinin karnını doyurmak olduğunu düşünüyordum. Ne kadar saçma. Bu ne aptallık! O bir anne değil kendi başına bir bireydi ve bunların hiçbirini yapmak zorunda da değildi. Çocuğu olduğunda onların her şeyine koşması gerektiğine ya da evlendiğinde tüm ev işlerini yapacağına dair imzaladığı bir sözleşme miydi o evlilik defteri? Neden böyle olsundu?
Ablamın anneme çıkışışını hatırlıyorum da sanırım bütün bunları o an idrak edebilmiştim. şunları söylemişti "O çikolataları en çok ben seviyordum. Sen nasıl bir annesin? neden onları sen yedin?". Annem ağlamıştı. Hem neden yemesindi?. Anne olmanın getirdiği şeylerden biri de buydu sanırım. her şeyin en güzelini en iyisini çocuklara saklamak onlara yedirmek. Onun güzel şeyler yemeye de hakkı yoktu. Annelik buydu işte. Ev işi, "fedakarlık" ve diğer bir sürü sıkıcı şey.
Anneler gününde tüm ev aletleri indirime giriyor, anneler için en güzel hediyelerin onlar olduğu düşünülüyor. İşte buna çok gülüyorum. Kim kendine hediye olarak ütü alınmasından mutlu olur? Neden Anneler bu hediyelere sevinmek zorunda bırakılıyor? Neden daha özel, daha bireysel bir hediye değil de bir ev aleti? Bu özel günde dahi toplum tarafından anneye dayatılan saçma sapan rolleri ona hatırlatıyoruz?
Anne olmak sanırım kötü bir şey bir yerden sonra bütün kimliğini ele geçiriyor. Seni genel geçer bir anne prototipine dönüştürüp, varlığını yok ediyor. ya da biz karşımızdakini bir "anne" olarak görüp, onun varlığını yok ediyoruz.
Benim de anneme annnem olmadığını düşünerek bakabilmem 22 senemi aldı. Onu, o ona dayatılan o görevlerden, rollerden sıyırıp bakabilmem çok uzun sürdü. Sanki onu ilk defa tanıyormuş gibi hissettim. Keşke onu daha önce bir "anne" değil de hayalleri, sevinçleri , mutlulukları, istekleri olan bir birey olarak görebilseydim.
Şimdi sıra onu da buna inandırabilmekte, çünkü yıllardır ona dayattığımız bu roller yüzünden kendi benliğini yitirmiş durumda. Her şeyin kötüsünü kendine alıp, iyisini çocuklarına saklamak zorunda olduğuna dair bir yanılgıya kapılmış. Anneler gününde kendine ev aleti alınmasından hoşlanıyor ve ona hayallerini sorduğumda yine çocuklarına dair olan hayallerinden bahsediyor. Bu kötülüğü ona yaptığım için ben kendi adıma çok üzgünüm. Onu yok ettiğim, onu bir "anne"ye dönüştürdüğüm için çok pişmanım! Kendine ait istekleri, hayalleri olsun istiyorum!
Hayallerini ondan çaldığım için  üzgünüm...
Onu fedakarlık yapmak zorunda bıraktığım için üzgünüm...
Hasta olduğumda ona , tek işinin benimle ilgilenmek olduğunu düşündürdüğüm için üzgünüm...
Onu hediye olarak gelen ev aletlerine sevinen biri yaptığım için üzgünüm...
Onu tanımaya bu kadar geç kaldığım için üzgünüm...
En çokta onu anne yaptığım için üzgünüm

21 Ocak 2016 Perşembe

Boş fıçı langırdar

Ne de güzel söylemiş o kim olduğunu bilemediğim atalarımız. Boş fıçı langırdarmış.
Hemen herkesin etrafında bulunan bir tiptir bu langırdak fıçı. Bilgi birikimi ve langırdama oranı ters orantılıdırr. Bilmediği konuda çok konuşup, boş konuşur. Bu fıçılar genelde parazit gibi yaşarlar, başkalarından öğrendiklerini bir gün sonra kendileri icat etmişcesine dolaşır, birinden öğrendiğini bir başkasına satarlar. Hayatlarından miş'li geçmiş kipine yer yoktur. Söyledikleri her şey katidir. Aksini kabul etmezler. Israr ettikleri şeyin yanlış olduğunu öğrendiklerinde ise o çok bilmiş havaları bir anda puf yok olur, suçu başkasına atarlar. Sinsidirler. Yani anlayacağınız tehlikelidir bu langırdak fıçılar, uzak durulması gerekir.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Herşeye Muhalefet

Sanırım her zaman farklı biri oldum. Nedendir bilinmez beynim çoğu insandan farklı bir şekilde çalışırdı. Herkesin siyah dediğine ben beyaz diyor, herkesin beğendiği şeyleri ben beğenmiyordum. Zaten azınlık olarak var olmaya çalışan benliğim bir kez daha ayrılmış, ve yalnızlaşmıştı. dezavantajları olduğu kadar avantajlıydı da. Herkesin bakıpta göremediği çok farklı şeyler sunuyordu hayat, lakin bunları kimseyle paylaşamamanın verdiği de bir burukluk vardı. Dünya daha farklı görünüyordu, farklı bir boyut açılıyordu önünde, sanki var olan her şeyin ötesini görebiliyor biraz da ilahileşiyordun belki. Kendimi küçükken var olanlardan farklı bir renk hayal etmeye çalışırken hatırlıyorum. Hayal gücümün en üst seviyelerde olduğu zamanlarda bile morun bir ton açığı ya da turuncunun biraz daha koyusunu hayal etmekten öteye geçememiştim. Tüm renkler daha önceden keşfedilmiş, yeni bir şey bulmaya çalışmanın anlamı yoktu. Şuan hayat o daha önce düşünülmemiş, hayal bile edilememiş renklerle donanmış ama bunları gösterebileceğim, heyecanımı paylaşabileceğim kimse yok. Herkes, mavi, kırmızı, siyah, sarı...
Gözle görülenin, kulakla işitilenin ötesine geçmek zor olsa gerek ki kimse tercih etmiyor. Her şey o kadar yüzeyselleşmiş ki asıl anlatılmak istenen kimse tarafından anlaşılamıyor. Evet'in bazen hayır olabileceği insanların aklına dahi gelmiyor. Yanlış giden şeyler herkes tarafından desteklenmeye o denli açık ki, aralarından sıyrılıp farklı bir görüş bildirildiğinde tüm gözler üzerine çevriliyor ve çoğunlukla aynı şeyi düşünmediğin için ayıplanıyor ve muhalefet olarak adlandırılıyorsun. Muhalefet olmak ve farklı şeyleri savunmak sana başka bir bakış açısı kazandırıyor. Hiçbir yere dahil olmadığından tam olarak bir birey olabiliyor, kirlenmiş camların ötesini görebiliyorsun. Herkesin tek konuştuğu o pislikken, sen o camı çoktan temizlemiş ve dışarıyı seyre dalıyorsun. Bu manzarayı seninle paylaşacak kimse olmasa da doğru olmanın rahatlığını taşıyorsun kalbinde. Birey olmak yalnızlığı da beraberinde getiriyor. Çünkü insanlar birbirlerini tanımak istemiyor. Önemli olan tek şey karşıdakinin senin fikrini ne derece desteklediği, senin duymak istediklerini sana ne ölçüde söylediği.ve herkes gerçek fikirleri nolursa olsun bu ilişkilerde her zaman karşıdaki kişinin bir kopyası olmaktan öteye geçemiyor bu ise yok olmuş bireyler, yitirilmiş öz saygı, ben'in ölümüne yol açıyor.
Birey olmaktan korkma! gerekirse muhalefet ol ve insanların onlardan biri olmadığında ne denli değiştiklerini gözlemle, o çok yakın ilişki kurduklarına bir kere de duymak istemeyeckleri bir şey söyle... Kimse için kendinden taviz verme ve her zaman özgür ol. Öz'ünü özgür kıl. Kimsenin seni şekillendirmesine izin verme. Sırf bir başkası onun siyah olmasını istiyor diye beyaz'ını karartma olur mu?

13 Mart 2015 Cuma

Lost soul

... and her mind was toxicated with the lies. Somehow it was easier for her to believe in illusions than facing reality. She was not ready to face... She was a coward! She knew exactly how terribly wrong she was but it was much more easier to live in an artifical world where everything seemed so seren. Although she was awake, she was sleeping. That was the deepest sleep she had ever had... I shouted to wake her up , i slapped her but it was in vain. She seemed so happy in her little imaginary world. She pushed everybody away who wanted to wake her up. She turned her back to everyone who tried to open her eyes. She chose not to see people who cared for her. She was not the same person anymore. She thought for once in her life she had emancipated herself but she wasn't aware of the fact that she was chained, entrapped, enslaved than ever before. She lost her personality. She lost her everything. She became someone who i cannot recognise anymore. She chose to live a life based on lies. She ignored true love and decided to chase after someone who took her everything away and turned her into a soulles monster. Her eyes are so cold now I'm not able to see the person behind of them. Her eyes are now full of hostility... She's lost... She's lost in the darkness. Whenever i try to lit a light she extinguishes it. She doesn't want to face the reality. She doesn't want to see the truth. She loves being blind. She likes sitting in the the darkness. the darkness which covers all the painfull truth. It's easier... It's easier not to see, not to face... I'm just waiting, waiting her to come back. One day she will be ready to open her eyes and till then i will always wait...

6 Eylül 2012 Perşembe

Ruh bir başkasına köle

Bize ait olan şeyler... mesela bir araba ya da bi ev en basitinden bir eşya belki sahip olduğumuz daha nice şey ya da sahip olduğumuzu düşündüğümüz... Tam olarak bize ait olan tek birşey var o da ruhumuz, benliğimiz. Elimizden alındığı taktirde bir hiçe dönüşeceğimiz tek şey, karakterimiz. Ahmeti Ahmet, Ayşeyi Ayşen yapan şey ne arabası ne de başka bir şey sadece benliği. Bu kadar değerli bir şeye sahipken neden onu böylesine başkalarının kölesi yapmak, ona bu kadar hunharca davranmak? En kıymetlini neden biri ya da bir şey yüzünden değiştirmek, ezip geçmek?
Öz saygını yitirdiğin an bir hiçe dönüşürsün.Telafisi yok. Bir kere yitirildi mi geri kazanılmıyor ne yazık ki.Bir beden belki gördüğümüz ama ruhsuz....
Bazı ruhlar başkalarına amade. Böylelerinin arkasına sığındığı bir kavramdır sevgi, aşk."Onun için değiştim" --> "O istiyor diye artık ben, ben değilim". Sen kim oldun? Nasıl biri? Kimin istediği? Böyle bir değişim mümkn mü? Bir insan kendinden nasıl bu kadar taviz verebilir? Onun sevdiği sen değil, kendi eliyle yarattığı kişi. Senden geriye kalan tek şey bedenin. Acınası bi durum. Güzel bir beden, ona yüklenen karakteristik ve karşınızda ideal sevilebilecek insan hem de el yapımı. Ismarlama sevgili, ne kolay. Bu tip bişeyin kabulu  bence çok aşağılayıcı. Kimsenin ruhu bir başkasına köle olmamalı. Belki de tek sahip olduğumuz şeyi korumalıyız.

28 Mart 2012 Çarşamba

     Yerli, yersiz gözü dolanlardanım ben. Mutlu olmak için bir sebebim yok o halde mutsuzum diye düşünenlerden, nedense benim bardağım hep boş. Hep imrenmişimdir optimistlere, hayattan keyif alanlara. Çevremdekilere sorsanız dünyadaki en neşeli insan ben bile olabilirim aslında Çok iyiyimdir üzüntülerimi kahkahalarımın arkasına gizlemekte. Gerçek duygularımı ifade etmek bu kadar zor olmamalı aslında. Her zaman güçlü gözükmek isterim belki de bir çok şeyi bu yüzden kaçırıyorumdur kim bilir. Üzgün olmak, ağlamak benim gözümde zayıflık belirtisi, halbuki bizi insan yapan en olağan şeylerden biri bu. Bunun bilmeme rağmen yine de.. Ne bileyim öyle işte...
      Bazen de gizlemekte zorlanıyor insan, biriktirdiklerin su yüzüne çıkabiliyor her ne kadar gizlemeye de çalışsam belli oluyor işte bir şekilde, suratımdan, konuşmalarımdan...Öyle ağır geliyor ki bazen... "Neden böyle suratın, ben seni hep neşeli görmeye alışkınım. Sen hep gülersin, hiç somurtmazsın ki" sanırım ne zaman gerçek anlamda neşeli, ne zaman üzüntülerimi maskelemek için güldüğümü fark edebilecek birini ihtiyacım var. Her zaman gülmem ki ben, güler gibi gözükürüm, onlar da aldanır. Birinin "Hadi numara yapma, neyin var?" demesini beklerim... Fark edilmez... Sanırım bu sebeptendir ki insanları "gerçekten" tanıyabilmek için çok vakit harcıyorum. Ağızlarından çıkanlardan çok gözleriyle ilgileniyorum. Gözler kalbin aynasıdır klişesi çok doğru aslında. "Bir şeyim yok, ben iyiyim" derken gözler aksini söyler. 
     Birbirimizi tanımaya ihtiyacımız var, içi boş yavan bir şekilde değil gerçek anlamda tanımaya...

19 Mart 2012 Pazartesi

Yap Boz

Birini tam olarak tanımak ne mümkün? Ne kadar yakın olursak olalım hep sakladığımız, hoşlanmadığımız bir yanımız var? bazen bastırdığımız, bazen bastıramadığımız. Ufak ipuçlarıyla tanıyoruz birbirimizi. Cümle arasında geçen ufak bir sözden belki...Bir çeşit puzzle bu aslında. Bir hayli zor, düşündürücü, yorucu... Bir türlü tamamlayamıyoruz oluşması gereken resmi, bazı parçalar hep eksik, hep kayıp... Tam tanıdığımızı sandığımızda, artık yavaş yavaş oluşturduğumuzu düşündüğümüz resimde bir parçanın yanlış yerleştirilmiş olduğunu fark ettiğimiz de olmuyor değil hani. Sürekli bir döngü. Yap boz, yap boz, yap boz....
Birine güvenmek... Bu verilebilecek en zor kararlardan biri sanırım. Herkes birbirine bir anlamda yabancıyken, birine güven duymak... düşündürücü.